15 Kasım 2010 Pazartesi

#11 Ibrakadabra


Kanımca Dünya'nın en büyük üç derbisinden biri olan 'Derby della Madonnina'yı izlemek futboldan soğuduğum şu günlerde, futbol ateşiyle yanan benliğime iyi geldi. Hafta başından beri beklediğim bir maçtı. San Siro'da Bari'yi geçip Lazio'nun da puan kaybetmesiyle liderliği ele geçirmiştik. Takım oldukça moralliydi. Bunun aksine Inter ise moralsiz olarak derbiye hazırlanmaktaydı. Ligde son hafta oynadığı maçı kaybetmiş, takımın -bana göre- en önemli isminin sakat olduğu bir dönemde ezeli rakipleriyle oynayacak olmaları onlar için oldukça düşündürücüydü. Bütün bunlara rağmen Inter sahaya, son şampiyon ve son 3 derbiyi kazanmış olmanın verdiği gururla çıkacaktı.

Maça hızlı başlayan taraf kırmızı-siyahlı ekipti. Dakikalar 4'ü gösterdiğinde futbolun gereksiz stoperlerinden Materazzi, Ibrahimovic'i ceza sahasında yere indirince hakem tereddütsüz penaltı noktasını gösterdi. Eski takımına karşı Curva Nord önünde topu penaltı noktasına diken Zlatan, rahat bir vuruş yaptı ve Milan'ı deplasmanda 0-1 öne geçirdi.

Golden sonra Milan, kontraatakla birkaç pozisyon daha yakaladı ancak gole çeviremedi. Halen Oddo'yu nasıl kestiğini düşündüğüm Abate, Eto'o'ya yaptığı hareket sebebiyle erken bir sarı kart gördü. Bu kartın ardından Inter, oyunda üstünlüğü ele aldı ancak ilk yarının sonuna kadar Sneijder'in tehlikeli serbest vuruşu dışında ciddi bir baskı kuramadı. İlk yarı için akıllarda kalan diğer bir ayrıntı ise Gattuso'nun sarı kartı ve oyundan her an atılma durumuydu. Ancak Allegri akıllı davrandı ve ikinci yarıya Gattuso-Pirlo değişikliği ile başladı.

İkinci yarı beklediğim, düşündüğüm gibi oldu. Inter, baskısını artırdı. Milan ise oyunu genel anlamda kendi yarı sahasında kabul eden bir oyun oynuyor, ani çıkışlar ile bulacağı pozisyonları değerlendirmeyi düşünüyordu. Maçın üçte ikisi tamamlanmıştı ki ilk yarıdan sarı kartı olan Abate, Pandev'le gereksiz bir münakaşaya girdi ve takımını yalnız bıraktı. 10 kişi kalmak Allegri'nin bütün planlarını bozsa da skor değişmedi. Uzun bir zaman sonra ilk kez Milan'ı, derbide ne yaptığını bilen bir şekilde gördüm. 'Yaşlı, görmüş-geçirmiş, başarıya doymuş' tanımlamaları artık Milan için son bulmuştu. Inter'e kendi evinde pozisyon vermeyen Milan, derbide gülen taraf oldu. Yalnızca İtalya'da gülmediler. Kilometrelerce uzaklıkta olan beni de güldürdüler. Sağolsunlar.

Galibiyette sahada mücadele eden bütün futbolcuların payı var. Ancak bugün Ibrahimovic'te 'gerçek Milanlı' gibi oynadı. Golünü attı, koştu, mücadele etti. Yaşa Ibrakadabra!

Şampiyonluk yakın, meşaleleri yakın!

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Benvenuto Ibrahimovic




Beklediğimiz transfer sonunda gerçekleşti. Zlatan Ibrahimovic Milan'da! Galliani ve tayfasının uzun uğraşları sonunda 1 yıllık kiralık, 1 yılın sonunda yine satın alma opsiyonu kırmızı-siyahlı kulüpte. Lafı fazla uzatmayalım. Milan'a, San Siro'ya, Curva Sud'a hayırlı olsun.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Campéon Atletico!


36. Süper Kupa'nın sahibi Inter'i 2-0 mağlup eden Atletico Madrid oldu. Klasikleşmiş şekilde Monaco'nun II. Louis Stadı'nda oynanan karşılaşmada Atletico Madrid'in gollerini 62. dakikada Jose Antonio Reyes ve 83. dakikada Sergio Aguero kaydetti. 90. dakikada Inter adına Diego Milito penaltı atışından yararlanamadı.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Here we come!



Tottenham Hotspur tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi'nde gruplara kaldı.

İsviçre'de 3-2 mağlup olduğu Young Boys'u, White Hart Lane'de 4-0 gibi farklı bir skorla mağlup edip Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etmeye hak kazandı. Harry Redknapp ve öğrencilerini kutluyorum.

Champions League, here we come!

24 Ağustos 2010 Salı

Konya Deplasmanı



Eskişehirspor Taraftarlar Birliği'nin organize ettiği Konya deplasmanı son yıllarda en güzel ve en centilmence olanıydı. Hem biz hem de Konyaspor taraftarının iyi niyeti sayesinde güzel bir deplasman gerçekleştirdik. Maçın Cuma gününe denk gelmesi ve Ramazan ayı içerisinde olmamız nedeniyle sayımız çok fazla değildi. Toplamda 5 otobüs, 1 minibüs ile ETB'nin ilk organizasyonunda Konya'ya doğru yola çıktık. Sorunsuz bir şekilde gidiyorduk ki 1 otobüsümüzün Emirdağ'da bozulduğu haberi geldi. Çok fazla olmayan sayımız bu arıza sebebiyle biraz daha azalmıştı. Toplamda 5,5 saatin sonunda Konya'ya vardık ve staddaki yerlerimizi aldık. Süper Lig'e yeniden yükselen Konyaspor'a 'hoşgeldin' diyerek ve Batuhan'sız kadromuzla maça başladık. Henüz 2. dakikada Nadarevic'in kendi kalemize attığı golle maça adeta 1-0 geride başladık. Golü bulan Konyaspor kapandı ve ataklarımızı sıklaştırdık. Özellikle ilk yarının sonlarına doğru birçok pozisyondan yararlanamadık.

İkinci yarıya da etkili başlayan taraf Eskişehirspor'du. Nitekim bu baskının sonucunda yeni transferimiz, yeni gözdemiz Pele'nin ayağından bulduğumuz golle skoru eşitledik. Bu golden sonra tribünümüz büyük sevinç yaşadı. Herkesin dilinde 2. gol vardı. Taraftar olarak Rıza Çalımbay'dan oyuna direkt etki yapabilecek oyuncu değişiklikleri bekliyorduk ancak Rıza Çalımbay oyuna Serdar Özbayraktar'ı aldı. Bu değişiklik ben ve benim gibi birçok kişi tarafından olumlu karşılanmadı. Geçen sezon sakatlık sebebiyle oynamayan ve Süper Lig kapasitesi yeterli olmayan bir ismi kurtarıcı olarak oyuna almak son derece yanlıştı. Serdar'da zaten kimseyi şaşırtmadı.

Dakikalar 80 küsürü gösterdiğinde duran toptan gelen topa düzgün şekilde 'vuramayan' Adnan, 2.05'lik kalecimiz Ivesa'nın üzerinden topu ağlarla buluşturdu. Bu gole Konyasporlu futbolcuların, taraftarların bile inanamadığına eminim. Baskılı oynayan, golü arayan taraf maç boyunca Eskişehirspor'du. Ancak bireysel hatalarımız bir deplasmanda daha bize galibiyet getirmedi.

'Deplasman fakiri' Eskişehirspor'umuz için en uygun söz bence. Deplasmanda aldığımız sonuçlar için birçok sebep sayılabilir. Kimi Rıza Çalımbay'ın oynattığı futbolu sebep gösterir, kimi ise şanssızlığımızı. Karar sizin.


17 Ağustos 2010 Salı

30 Temmuz 2010 Cuma

22 Temmuz 2010 Perşembe

Traji-komik


Resme bakıp, ''kim bu Berlusconi'nin yanındaki adam?'' diye sorabilirsiniz. Ben söyleyeyim. Massimiliano Allegri. Milan'ın yeni teknik patronu. Teknik patron ama onu bir de Allegri'ye sorun.

Geçtiğimiz sene Serie A'da sezonu 3. sırada tamamlayan Milan, yeni sezonu yeni teknik direktörü Massimiliano Allegri yönetimde yaptığı antrenmanla açtı. Buraya kadar her şey normal. Traji-komik durum buradan sonra başlıyor. Antrenman sonrası basının karşısına geçen Allegri ve bazı futbolcuları bir sürpriz bekliyordu. Sürprizin adı Silvio Berlusconi. Tüm basın mensupları yeni teknik direktör Allegri ve futbolcuların konuşmasını beklerken Berlusconi sazı eline aldı ve bırakmadı. Değindiği konularsa ilginçti tabi. 'Takımın patronu' olarak nitelendirdiği isme tüm basının önünde takımı nasıl oynatması gerektiği yönünde direktifler verdi. Daha fazla ofansif oynayan takım istediğini dile getiren Berlusconi, "Geçen sezon olduğu gibi üçüncülüklerle yetinmek istemiyorum. Şampiyonluk kovalayan bir takım görmeyi arzuluyorum. Bunun içinde gol bölgesine daha yakın oynamalıyız." şeklinde konuşmuş. Berlusconi bununla da yetinmemiş ve Ronaldinho'nun sol kanatta değil forvet arkasında oynatılması gerektiğini savunmuş. Ayrıca taraftarın iyi bir alternatif bulunması halinde satılmasını istediği Ronaldinho'yu gelmiş geçmiş en iyi futbolcu ilan etmiş.

Berlusconi basın toplantısında susmamış, saçmalamış. Her yeni sezonda Milan'dan olumlu anlamda bir şeyler bekliyorum ancak Berlusconi, Galliani gibi isimler bu işleri bırakmadıkça aynı tas aynı hamam devam edecek.

20 Temmuz 2010 Salı

Rodrigo


Rodrigo Tello Eskişehirspor'da! Hemde bonservisine ücret ödenmeden 3 yıllığına takımımıza katıldı. Hayırlı, uğurlu olsun. 31 yaşındaki futbolcu takımın Viyana'da ki kampına en kısa sürede katılacak.

Tello'yu çok iyi gözlemlediğim söylenemez. Ama iyi bir sol ayağı var. Kaliteli bir futbolcuyu kadromuza kattık. Uyum sorunu yaşamayacaktır. Volkan Yaman ile birlikte sol kanatta önemli işler yapacaktır. Haydi bakalım.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

@Tatil


5 günlük kısa bir ara.
Dinlenmek gerekiyor.

Altın 11


Iker Casillas, Sergio Ramos, Carles Puyol, Fabio Coentrao, Andres Iniesta, Arjen Robben, Wesley Sneijder, Bastian Schweinsteiger, Mesut Özil, Diego Forlan, David Villa.


Kayıp isimler: Wayne Rooney, Cristiano Ronaldo, Lionel Messi, Fernando Torres, Franck Ribery.

Not: Altın 11 kendi tercihimdir. Anonim değildir.

Campeón Espana!




11 Temmuz 2010 Pazar

4. Kez


2010 Dünya Kupası'nın 3.'sü, Joachim Löw yönetimindeki Almanya oldu. Bunu tarihlerinde 4. kez başardılar. İngiltere ve Arjantin'e 4 gol atan genç Panzerler, Dünya Kupası'nı seyreden taraflı-tarafsız herkesten alkış aldı. Almanya'nın en çok parlayan ismi Mesut Özil'di.

Uruguay ise Dünya 4.'sü oldu. Turnuva öncesi beklemedikleri bir durum bu. Önemli bir başarı.
Diego Forlan, üst seviye performans sergilediği turnuvayı 5 golle tamamladı.

Ahtapot Paul bu maçın sonucunu da bildi. Eğer yarınki final maçının sonucunu da bilirse Türkiye'den adak için tur düzenlenir bu hayvancığın yanına. Bakalım neler olacak. Paul, final maçı için 'İspanya alır' yorumunu yapmıştı.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Ümit Karan



Saat 11:30 civarı uyandım. Eskişehirspor.com forum sayfasını açtım. Açar açmaz karşıma 'Ümit Karan süresiz kadro dışı' haberi çıktı. "Allah Allah" dedim. "Ümit yine bir şeyler yaptı herhalde". Gelen haberler Ümit'in disiplinsiz davranışları sebebiyle kadro dışı kaldığı yönündeydi. Çokta şaşırmadım. Ümit Karan bu. Disiplinsiz davranışlar, karışık gece hayatı, uzatmaları oynanan evlilik Ümit'e göre işler. Üzüldüğüm konu Ümit Karan'ın Eskişehirspor'un kaptanı olmasıydı. Takım içi dengeleri sağlayacak olan, disiplinsiz hareketleri teknik heyetten, yönetimden önce çözecek olan kişi 'disiplinsiz hareketleri' sebebiyle kadro dışıydı.


İlerleyen saatlerde ise Rıza hoca; " Ümit'i yeni sezonda kadroda düşünmüyorum. Bu yüzden kadro dışı bıraktık. " açıklamasını yaptı. Baştan belirteyim. Bu açıklama bana inandırıcı gelmiyor. Hiçbir teknik direktör Ümit Karan gibi bir ismi bu sebeple kadro dışı bırakmaz. Hele hele kendi kafasına hiç bırakamaz. En azından yönetimle oturur, konuşur. Fikir alışverişinde bulunur. Kararlar ondan sonra açıklanır. Belli ki bu işte Ümit'in Rıza hocaya karşı garip hareketlerinin payı var. Kendini takımın üstünde gören Ümit'in takımla ilişiğinin derhal kesilmesi gerek. Ama bakıyoruz ki Ümit başkanla konuşmuş ve "Başkandan iki gün izin aldım. Net bir şey yok. Dönünce konuşacağız. " açıklamasını yapmış. Teknik heyetin takımda olmasını uygun görmediği isme başkan sahip çıkıyor. Rıza hocanın otoritesini yok sayıyor. Eğer Ümit takıma tekrar dönerse diğer futbolcular Rıza hocaya nasıl bakar? Otoritesi güçlü olmayan bir teknik direktör ile takım nasıl başarılı olur?

9 Temmuz 2010 Cuma

Vítor Hugo Gomes Passos 'Pele'


1987 doğumlu, Inter ve Porto'da oynamış Portekizli ön libero Pele ile anlaştık. Hayırlı, uğurlu olsun. Halil Ünal ve ekibi yeni sezon için önemli transferler yapıyor. Batuhan Karadeniz, Erkan Zengin gibi önemli isimlerinden ardından takımın ihtiyacı olan bölgesine nokta transfer yaptılar.

6 Temmuz 2010 Salı

Uruguay - Hollanda


Eksikleri olan Uruguay ve çeyrek finalde Brezilya'yı eleyerek büyük sükse yapan Hollanda karşı karşıya geldi bugün Cape Town'da. Suarez ve Lugano'suz Uruguay'ın, Hollanda karşısına nasıl bir onbirle çıkacağını az çok tahmin edebiliyorduk. İleride Forlan'ın yanında Cavani, Lugano'nun yerine Victorino. Hollanda ise ideal onbiri ile sahadaydı. Futbol olarak oynanan oyundan fazla zevk aldığım söylenemez. Yarı final deyince insan daha iyi futbol bekliyor doğal olarak. Gerçi Uruguay'ın ve Hollanda'nın oynadığı futbol yarı finali hakediyor muydu orası da tartışılır. Neyse.

Total Futbol'un yaratıcısı olan Hollanda şimdilerde futbol üstadı Ali Ece'nin dediği gibi 'Total kontrol-total şans' futbolunu oynuyor. En başta Boulahrouz ve Van Bronckhorst hücuma sık katılmıyor. Defansta kontrollü futbolu benimsemişler.

Brezilya maçında oynamayan Mathijsen, Heitinga ile birlikte bugün hatasız oynadı. Orta sahada takımın hiç şüphesiz en formda ismi Sneijder yine iyi bir maç çıkardı. Van Bommel'de öyle.

Yavaş yavaş Van Bronckhorst'un golüne geçelim. İster kaleci Muslera'nın hatası deyin ister Jabulani. Van Bronckhorst harika bir gol attı. Hollanda bu golden sonra kendi futbolunu rölantiye aldı. Uruguay ise daha sık atak geliştirdi. Bunun sonucunda Jabulani'nde dandikliği sayesinde bir gol kaydetti Forlan. Temposuz, futbol anlamında olumsuz geçen ilk yarı böyle sonuçlandı.

İkinci yarı, ilk yarıya oranla daha da kötüydü. Bu maç uzatmaya gider dediğim bir anda Sneijder, 6. maçında 4. golünü attı ve Hollanda'yı 2-1'lik üstünlüğe taşıdı. Rakibe de çarpan top ofsayt tartışması yapılamayacak bir pozisyonda ağlarla buluştu.

Arjen Robben. Sağ kanadın fırtınası olan bu müthiş sol ayak takımına çok şey katıyor. Oynamadığı zaman takımı zorlanıyor. Kafa ile attığı gol ayakta alkışlanacak cinsten. Temiz, düzgün vuruşla topu ağlarla buluşturdu. Bu gol maçında bitişiydi bir anlamda. Uruguay'ın son golü sadece skoru belirledi.

Bert Van Marwijk ve ekibine turnuva öncesi ''final oynayacaksınız'' deseler inanmazlardı. Bende inanmazdım. Ama Hollanda öyle ya da böyle 2010 Dünya Kupası'nda finalde!

4 Temmuz 2010 Pazar

Wimbledon 2010 #2


Rafael Nadal Wimbledon'da ikinci kez şampiyon. Amcası Barcelona forması giymiş, yarı Katalan olan bu İspanyol Real Madridli. Bu sebepten bir türlü sevemedim kendisini. Ama Allah var iyi tenisçi. Onun için 'toprak kortun kralı' diyorlar ama Wimbledon'ı ikinci kez kazanarak çim zeminde de iyi olduğunu kanıtladı. Çek Tomas Berdych'i set vermeden 3-0 ile geçti. Yarım ağızda olsa kendisini tebrik edelim.

Bayanlarda ise sürpriz yaşanmadı. Williams'lardan Serena, 4. kez Wimbledon'ı kazandı. Finale kadar karşısına zorlu rakip çıkmadı desek yeri. Karşı koyabilecek Sharapova vardı onu da 4. turda saf dışı bıraktı.

***

Wimbledon 2010'un benim için, bizim için en güzel tarafı hiç şüphesiz Marsel İlhan'dı. İlk kez bir Türk tenisçi Wimbledon'da ana tabloya kaldı ve bununla da yetinmeyerek 2. tura yükseldi. Şansı, tecrübesi olsaydı 3. tur oynaması imkansız bile değildi. İlerleyen yıllarda kendisini daha ilerki turlarda göreceğimizden hiç şüphemiz yok.

Ve son olarak Federer. Kişiliği, oyun tekniği ve alçak gönüllüğünün kalbimizde yerini aldı. Dönüşünün muhteşem olması dileğiyle.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Sezonu Açtık


2010-2011 futbol sezonu öncelikle Eskişehirspor'a ve tüm takımlara hayırlı olsun. Takımımız Bolu'nun Gerede ilçesinde kampa girdi. Kazasız, belasız bir kamp dönemi geçirsinler inşallah.

Kemal Sunal (1944-.....)


Büyük ustayı ölümünün 10. yılında saygıyla anıyoruz.
Mekanın cennet olsun.

Luis Suarez'in Eli


Dakika 120. Skor 1-1. Luis Suarez gole giden topu eliyle kurtarıyor. Kırmızı kart görüyor ve Gana penaltı atışı kazanıyor. Topun başına Asamoah Gyan geliyor. Vuruyor ve top üst direkte patlıyor. Maçın normal süresi 1-1 tamamlanıyor. Penaltı atışları sonunda Uruguay, Gana'yı 4-2 mağlup ediyor ve 2010 Dünya Kupası'nda yarı finale yükseliyor. Maçın adamı Luis Suarez seçiliyor.

Luis Suarez'in heykelini Uruguay'ın başkenti Montevideo'ya dikerler mi acaba?

2 Temmuz 2010 Cuma

Hollanda - Brezilya


Maç öncesindeki tahminlerim ilk yarı bittiğinde beni haklı çıkarmıştı. Brezilya'nın daha istekli ve daha baskılı başlayacağını düşünüyordum. Erken gol bulabilirlerse oyunun kontrolünün kendilerinde olacağını, güçlü defanslarıyla gol yemeyeceklerini tahmin ediyordum. Nitekim ilk yarı aynen böyle geçti. Brezilya henüz 10. dakikada Robinho ile skoru 1-0'a getirdi. Hırslı başlamışlardı. Her topa basıyor, çok koşuyorlardı. Hollanda ise Brezilya'nın tersine çok tutuk başlamıştı. Oyun kurmakta sıkıntı çektiler ilk yarı boyunca. Sneijder ve Van Bommel topu ileri taşımakta zorlanınca ilk yarının bitmesi Hollanda için bir anlamda iyi olmuştu. İkinci yarıya da iyi başlayan taraf Brezilya idi. Ancak Hollanda ilk yarıya oranla daha istekli ve daha hırslı başladı. Bunun sonucunda 53. dakikada Sneijder'in ortasında Melo topu kendi ağlarına yolladı ve durum 1-1'e geldi. Bu dakikadan sonra ataklarını sıklaştıran taraf Hollanda oldu. Gösterişsiz ama takımına faydası çok olan Kuyt, 68. dakikada köşe vuruşundan gelen topu kafayla arka tarafa bıraktı ve Sneijder takımını 2-1 öne geçirdi. Herkes Brezilya beraberliği yakalar mı diye bekledi ama maç Hollanda'nın üstünlüğü ile tamamlandı. Bu sonuçla Hollanda 98 Dünya Kupası'nda yarı finalde elendikleri Brezilya'ya karşı rövanşı almış oldu. Tarihinde ise ikinci kez yarı final oynayacak Hollanda.

Hollanda 2 - 1 Brezilya
10' Robinho (0-1)
53' Melo(kk) (1-1)
68' Sneijder (2-1)
73' Melo (Kırmızı kart)

Sezer Öztürk


"Almanya ile Türkiye'de futbol birbirinden farklı şekilde yürütülüyor. Türkiye'de insanlar senin gözlerinin içine bakıp hatalarını söyleyemiyor. Yüzüne "Sen iyisin, sen güzelsin" deyip sonradan arkandan çevirdikleri işlerle farklı niyetlerini belli ediyorlar. Almanya'da ise adam senin gözlerinin içine bakar, yumruğunu masaya vurur ve hatalarını bir bir sayar. Ondan sonra da el sıkışılır ve odayı terk edersin. Tüm konuşulanlar da orada kalır."

"Türkiye'de her şey sonuca endeksli. Almanya'da ise oyuncunun eğitimi ve kişiliğinin gelişimi en önde geliyor. Futbol becerisinin geliştirilmesi neredeyse en son sırada yer alıyor. Futbolcuyu bilgili, ağırbaşlı, zeki, dürüst, güçlü karakterli ve kolay yılmayan bir birey haline getirebilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Türk futbolunda ise tek hedef bir sonraki hafta oynanacak maçta başarı elde edebilmek."

"Oyuncusunu düşünen bir diğer teknik adam örneği de Rıza Çalımbay. Kendisinin bize olan yaklaşımı kazansak da kaybetsek de değişmiyor."

"Eskişehirspor yıllarca Süper Lig'de mücadele etmiş köklü bir kulüptü. Psikolojik olarak iyi olmadığım bir dönemdeyim. Başkan Halil Ünal benimle yakından ilgilendi, elimden tuttu, ciddi sayılabilecek bir bonservis parası ödedi ve takımına aldı."

"Eskişehirspor'da oynamak gerçekten keyifli. Coşkulu taraftar da bir diğer olumlu taraf. Halil Ünal da dürüst ve babacan bir başkan. Eskişehir'de rahatım ve keyfim yerinde ama kulübüm menfaatler doğrultusunda beni satmak isterlerse bunu da anlayışla karşılarım."

"Gezip tozmayı pek sevmem. Sakin bir kişiliğim vardır. Eşim ve 7 aylık çocuğumla vakit geçiriyorum. Onlarla olmaktan çok mutluluk duyuyorum. 22 yaşında evlendim. Eşimle evde film seyrederiz. Arkadaşlarla bir şeyler içmeyi severim ama bunu daha çok Almanya'daki çocukluk arkadaşlarımla yaparım. Yeri gelince de diskoya gider eğlenirim."


1 Temmuz 2010 Perşembe

Pele


Brezilya futbolunun efsanevi ismi Pele, Arjantin Milli Takımı teknik direktörü Maradona hakkında yine enteresan açıklamalarda bulunmuş. Maradona'nın iyi bir teknik direktör olmadığını, geçmişte çok tuhaf bir yaşam tarzı olduğunu bu sebeple iyi bir takım oluşturmasının çok zor olduğunu dile getirmiş. Görüşlerinde haklı olabilir. Pele ile futbol bilgimizi karşılaştıracak değiliz. Ancak burada dikkat çekici olan Pele'nin Maradona hakkında devamlı ileri geri konuşması. Geçtiğimiz günlerde yine Maradona için paraya ihtiyacı olduğundan Arjantin Milli Takımı'nın başında açıklamasını yapmıştı. Anladık Maradona'yı kıskanıyorsun ama Maradona'nın da Dünya'nın gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu olduğunu kabul etmen gerek. Sen antipatiksin, Maradona sempatik. Yaptığı her hareketiyle içimizden biri gibi davranan Maradona daha çok seviliyor. Senin gibi insanlara üstten bakmıyor Pele. Antipatiksin ulan!

Roger


Son 7 yılın Wimbledon finalisti, 6 kez bu turnuvanın sahibi olan İsviçreli tenisçi Roger Federer Wimbledon'a çeyrek finalde veda etti. Roland Garros'un ardından kendi evinde, Wimbledon seyircisinin ona 'ekselansları' dediği yerde finali göremeyecek olan Federer için çöküş mü başlıyor soruları şimdiden kulislerde konuşulmaya başladı. Bana kalırsa bu soruları konuşmak için erken. Zira birçok tenis otoritesi tarafından Dünya'nın gelmiş geçmiş en iyi tenisçisi olarak kabul edilen Federer için çöküş bu kadarda kolay olmayacaktır. Düşüş göstereceği, performansının azalacağı zamanlar pek tabi ki olacaktır. Burada asıl önemli olan Federer gibi bir ismin bu kötü durumdan nasıl geri döneceğidir. Federer'e ve Federer gibi tenis seyir zevkini arttıran tenisçilere tenisseverlerin ihtiyacı var. En kısa sürede toparlanmanı bekliyoruz Fedex!

30 Haziran 2010 Çarşamba

Will the road to Istanbul


2005 yılında Liverpool ve Milan arasında İstanbul'da oynanan Şampiyonlar Ligi finalini hatırlamışsınızdır. Efsanevi maç sonunda kupayı kaldıran taraf Liverpool olmuştu. Liverpoollu taraftarlar ne o maçı ne de o günü asla unutamadılar. Tezahüratlara, pankartlara konu olan 2005 İstanbul finali şimdi de film oluyor.

Filmde Liverpool'un efsanevi futbolcusu Kenny Dalglish de rol alıyor. Dalglish'e Steven Gerrard ve Jamie Carragher da eşlik ederken filmde ülkemizden sürpriz bir isim de rol alacak. Bu isim Mustafa Denizli. Kenny Dalglish ve Mustafa Denizli, filmde iki yakın arkadaşı canlandıracak.

2012 yılında vizyona girmesi beklenen film Türkiye'de de büyük ilgi görecektir.

29 Haziran 2010 Salı

Dünya Kupası'nda Çeyrek Final Eşleşmeleri


2 Temmuz 2010 | 17:00
Hollanda - Brezilya
2 Temmuz 2010 | 21:30
Uruguay - Gana
3 Temmuz 2010 | 17:00
Arjantin - Almanya
3 Temmuz 2010 | 21:30
Paraguay - İspanya

Vuvuzela


Dünya Kupası'nı yakından takip eden herkes bu nalet çalgıyla tanışmıştır. Maçları, izleyenlere zehir eden bu aletin yasaklanması için büyük çabalar sarfedildi ancak sonuç değişmedi. Karşılaşmaları televizyondan takip eden futbolseverler ise çareyi kumandalarının 'mute' tuşunda buldu. Futbolseverler 'mute' tuşuna basarak ikinci bir eziyetten de kurtulmuş oldu. İkinci eziyetin adı Ömer Üründül. Bay Üründül'ün son derece gereksiz ve manasız yorumları sizce de vuvuzela ile eşdeğer değil mi?

28 Haziran 2010 Pazartesi

Wimbledon 2010



Wimbledon Tenis Turnuvası'nın 7. gününde tek bayanlar ve tek erkekler 4. tur mücadeleleri devam ediyor. 4. tur mücadelelerinden birinde de bayanlarda Dünya'nın ve Wimbledon'ın 1 numaralı seribaşı Serena Williams ile 16 numaralı seribaşı Maria Sharapova karşılaştı. 7-6 ve 6-4'lük setlerle maçı kazanan taraf Serena Williams oldu. Oldukça zevkli geçen karşılaşmada ilk sette Williams, güçlü rakibine karşı oldukça zorlandı. Birçok set puanını çeviren Williams, ikinci sette de rakibinin 1 kez servisini kırdı ve adını çeyrek finale yazdırdı.

Tek erkeklerde 1 numaralı seribaşı Roger Federer, Jurgen Melzer'i 3-0 yenerek adını çeyrek finale yazdırdı.

Wimbledon 2010'da tek bayanlar finali 3 Temmuz'da, tek erkekler finali ise 4 Temmuz'da oynanacak.

Ölümüne


"Topun önüne ölümüne atlamak" sözünün resimli anlatımı budur herhalde. İngiltere-Slovenya maçında İngiltere'nin başarılı stoperi John Terry topun önüne 'ölümüne' atlıyor.

Start


Başladık bakalım. Hayırlı olsun.
Desteklerinizle gelişeceğiz inşallah.